JOKER

Tam 80 yıl önce Bob Kane ve Bill Finger tarafından yaratılan Batman’in baş düşmanı Joker’e (Türkçesi ŞAKACI, Joker değil) değişik bir açılım getiren sürpriz bir film yapmış Todd Philips.

Yaratıcıları, Joker’in dış görünüşü için ilhamı Victor Hugo’nun romanından uyarlanan 1929 tarihli “The Man Who Laughs” (Gülen Adam) filmindeki Alman aktör Conrad Veidt’in unutulmaz tiplemesinden alır.

Joker, 1940 tarihli Batman’in 1. Sayısında ortaya çıkmıştır. Hatta bu ilk ve son macerası olacaktı ama derginin editörü Joker’deki potansiyeli görüp, hikayenin sonunda Joker’in canlı kalmasını sağlamıştır. Zaman zaman ortadan kaybolmuştur yıllarca çizgi romanlarda gözükmemiştir ama kendini hiç unutturmamıştır. 1988 tarihli belki de en iyi Batman öyküsü olan üstat Alan Moore’un “Killing Joke / Öldüren Şaka”’sı bir nesle daha kendini tüm dengesizliği ve karizmasıyla tekrar tanıtır. Joker filmi orijin öyküsünü büyük ölçüde bu harika çizgi romandan “kısmen” ödünç alır.

Ertesi yılda (1989) ilk Batman sinema filminde de Jack Nicholson absürde varan bir performansla filmin tonuna uygun olarak Heath Ledger’ın The Dark Knight filmindeki gelmiş geçmiş en iyi “Joker” yorumuna kadar erişilmez bir “Joker” tiplemesi çizer.

Tıpkı o filmde olduğu gibi bu filmde de Batman-Joker ilişkisinin, varoluşlarının başlangıcı kendini yutan yılan sembolü gibi birbirine bağlanıyor.

Şunu baştan söyleyeyim, Joker çok etkileyici bir oyunculuk gösterisi her şeyden önce. Joaquin Phoenix’in tiplemesi sinemadan çıktığınızda da, bir süre sizinle kalıyor ama karşımızdakinin Venedik’te En iyi film ödülünü abartılı bir şekilde kazanan bir film olduğunu ispatlayacak kadar değil.

Film etkileyici bir film ama Batman/Joker’in şehri Gotham’ın aslında New York olduğunu bilenler ve Scorsese’nin Robert DeNiro’lu “Taksi Şoförü” ve “Komedinin Kralı” filmlerinin seyretmiş olanlar için değil. Ortada müthiş bir intihal (copy-paste) vakası var sadece saygı duruşu denemeyecek kadar hikayeyi kaplayan. Zaten bu durum inkar edilemeyecek durumda ki, her 2 filmin başrol oyuncusu Robert DeNiro bu filmde de kilit bir rolde. O yüzden Joker filminin aldığı tüm övgüler anlaşılmaz. Evet, kendini seyrettiren, etkili bir film ama asla özgün değil.

Film 1981 yılında geçiyor. Tam bir acıların çocuğu olan akıl hastası ama kötü bir kişilik olmayan Arthur Fleck’in kozasından çıkan tırtıl misali vahşi kelebek Joker’e dönüşümünü anlatıyor. İnsan evladının başına gelebilecek her türlü aşağılama ve kötü olay birkaç gün içinde başına gelen Fleck, insanları irrite eden itici bir tiptir. Psikolojik olarak engelleyemediği ağlama-gülme arası sinir bozucu gülüşü de bu durumu daha da güçleştirmektedir.

Filmin iki yüzlü bir yapısı var. Bir yandan filmin kötü adamını Joker değil de, Gotham nezdinde kapitalizm olarak çiziyor; bir yandan da filmde ayaklanan halkın tamamının Joker gibi bir katil ruh hastasını lider ve rol model olarak göreceğini söylüyor. Yani, kapitalizme duyulması gereken nefret Hollywood abrakadabrasıyla karikatürleştirilerek, gülünç düşürülmek istenmiş. Normalde çizgi roman kaynağında ve filmlerde hep son derece iyi bir insan olarak karşımıza çıkan Batman/Bruce Wayne’in “müstakbel müteveffa” babasının da son derece züppe ve halktan kopuk çizilmesinin nedeni de bu. Gri dünyayı siyah beyazlaştırmak, Amerikanlaştırmak.

Batman evreni ile sınırlı bağından dolayı, ondan bağımsız bir film olarak da izlenebilecek bir film Joker. Derdinin iyi mi anlatmış yoksa bazı sapmaları, tutarsızlıkları var mı; seyredince siz karar vereceksiniz.

SinemaDem iyi seyirler diler. 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*