Sanalla gerçek arasında salınan hayatlar

Sosyal medya, insanı olduğundan çok gösterir. Bu önerme, herkes için geçerli olmamakla birlikte, çoğunluğun sanal dünyadaki hali, gerçek dünyadakine birkaç beden büyük gelir.

Dergimiz yazarlarından Didem Tınarlıoğlu'nun makalesidir

. Hatta, bazı insanların üzerinde o kadar bol durur ki, içinde kaybolur gerçek kişilikleri. Dolayısıyla, bu önerme şöyle bir evrime uğramıştır diyebiliriz: İnsanlar, sosyal medyada oldukları kişiler gibi değil, olmak istedikleri ancak olamadıkları kişiler gibi davranır.

Neredeyse her şeyin beğeni almak için yapıldığı, gidilen yerlere sadece sosyal medyada paylaşım yapmak için gidildiği, sağlıklı beslenmenin takipçi çekmek için kutsandığı bir dünyada, insanların gerçek dünyadan uzaklaşması gayet anlaşılabilir aslında.

Spor yapmak, tatil yapmak, arkadaşlarla buluşmak, yemek yemek ve daha birçok şeyi sadece sosyal medyada paylaşım yapmak için yapıyor çoğumuz, evet. Fakat, neden yapıldığını da sorgulamak gerekiyor bu noktada. İnsanlar neden oldukları kişiden kaçmaya, olmadıkları kişiler gibi davranmaya bu kadar eğilimli diye durup sormak gerekiyor gerçekten de.

Henüz buluğ çağına ermemiş çocuklar, sadece sosyal medyada gördüğü için makyaj yapmaya başlıyor. Kadınlar, sosyal medyadaki “güzel” algısına uymak için ağrılı estetik ameliyatlar geçiriyor. Neden? Çünkü takdir edilme ihtiyacı duyuyoruz. Beğenilme, hoş görülme ve onanmaya gereksinim duyuyoruz. Bu ihtiyacı tatmin etmek içinse sosyal medya en kolay yöntem.

Sabah uyanır uyanmaz bir hapishaneye giriyor milyonlarca insan. Sanal bir hapishane. Duyuları dışarıya kapalı ve izleyici rolü ile içine hapsedilmiş beyinlerle dolu tüm dünya.

Liderler bile resmi mesajlarını artık Twitter üzerinden yayınlar oldu. En hızlı ve etkileşimi yüksek bir mecra olması tercihin baş nedeni tabii.

Bu konuyla ilgili geçtiğimiz ay harika bir kitap çıktı. İsmi “Dijimorfoz” yani dijital dönüşüm. İki iletişim akademisyeninin bu çalışması, tüm dünya ve Türkiye’ye dair sosyal olayların, bireysel tespitlerinin ve vaka çalışmalarının bir karması adeta. Sosyal medyada bir adım atmadan önce okunmuş olması gereken ve düşündüren bir eser. Yanlış bildiğimiz doğrular ve doğru bildiğimiz tüm yanlışları orada okuyunca bakış açım benim de oldukça değişti.

Konumuza geri dönelim. Yaşadıkları, deneyimleri, hataları, pişmanlıkları, amaçları, düşüşleri ve yükselişleriyle bir hayat var eder insan; aileden alınan değerleri sorgulayarak, benimseyerek veya yeni değerler oluşturarak birey olmaya başlar. Fakat, sosyal medyada yüceltilen her şey, buna maruz kalan genç beyinlerin değerlerini oluşturur hale geldi. Neredeyse kimsenin kendi olmadığı bir sanal dünyanın oluşturduğu değerlere maruz kalan genç bir beyin ve ruh ise, onulmaz yaralar almaya da açık hale gelir. Dolayısıyla, yanında kanlı canlı duran insanlardan, ailesinden görmediği ne varsa sosyal medyada bulan insanlara bir de bu gözle bakmak gerekiyor.

Sevgisizlik, takdir edilmezlik, hoş görülmezlik… Kişiyi olduğu kişiden nefret etmeye kadar iten ve onu sanal dünyalarda idealize edilen tiplere benzemek için her şeyden vazgeçecek noktaya gelmesine neden olmamak bizim elimizde aslında. Zaman vermek, zamana bırakmak ve zamanla anlamak bizim elimizde. Hepimizin ihtiyacı olan şey çok basit, anlayış. Anlamak ve anlaşılmak…

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*