Sorsak mı?

Bu kişiliğinizle, bu alışkanlıklarınızla dünyanın bambaşka yerinde bambaşka bir ailede doğsaydınız nasıl bir hayatınız olurdu? Mesela, milattan önce yedi binlerde doğduğunuzu düşünelim. Soğuk hava koşulları, barınma gibi sorunlar bir yana, yemek bulmak için yapılan avcılıkta dahi, saldırgan hayvanlar tarafından av olabilmeniz an meselesi olan bir yaşamın içinde olsaydınız. Gerçek bir hayatta kalma mücadelesi içinde geçiyor olsaydı yaşamınız. Bunun yanı sıra kötü beslenme ve zorlu yaşam şartları nedeni ile sık sık hastalandığınızı, aşı ve ilaç gibi tıbbı buluşlar olmadığı için vücudunuzdaki en ufak bir kesik de bile enfeksiyon kapıp ölme riskinizin yüksek olduğu bir hayatın içine doğsaydınız nasıl biri olurdunuz?

Ya da başka bir ülkede başka inanç sistemi içinde örneğin koyu bir Katolik ailenin 4 çocuğunun en küçüğü olarak doğsaydınız nasıl bir hayatınız olurdu? Şimdiki kişiliğinizi düşünün sizi tanımlayan özelliklerinizle başka bir çevrede doğmuş olsaydınız şu anki hayatınıza göre daha mı mutlu olurdunuz yoksa hayat sizin için daha mı zor olurdu? Mevcut kişiliğinizle bu şartlarda nasıl biri olurdunuz? Mevcut özellikleriniz sizi siz yapan özellikler o koşullarda avantaj mı olurdu yoksa dezavantaj mı?

Sizi siz yapan özelliklerinizi veya kendinizi bir dakika içinde anlatmanız istense kendinizi nasıl tanıtırsınız? Bu soruyu sorduğum kişilerin çoğunluğu, isminin ne olduğunu, nereli olduğunu, kaç yaşında olduğunu, eğitimini, mesleğini ve bunun gibi kendini tanıttığını düşündüğü şeyleri sıralıyor. Bunları sormuyorum. Sizi diğerlerinden ayırt ettiren özellikleriniz neler? Kişilik özellikleriniz. Kendimizi tanıtmamız istendiğinde sıraladığımız şeylerin hiçbiri bizim tercihimizle bize verilmedi. İsmimiz, dinimiz, doğduğumuz yer ve okuduğumuz okullar hatta mesleklerimiz bile çoğu zaman bizim tercihlerimize göre belirlenmedi. Yani hiçbirinde en ufak bir rolümüz dahi yok.

Ailemizden aldığımız kültür şüphesiz kimliğimizin oturmasında oldukça etkili. Yaşadığımız travmalar, çevremiz, gençlik yıllarındaki arkadaş seçimlerimiz farklı etki oranlarında olsa da bugün bizi biz yapan unsurların başlıca sıralarında yer alır. Ancak bu kadar edilgen bir yaşamın için de insanoğlunun hedefi çoğunlukla ortak. İçine doğduğu dünyada mutlu olmak, mutlu yaşamak. Çok az insanın derdi de buna ilave olarak anlamlı bir hayat sürmek. Her ikisi konusunda da insanlığın tam olarak önemli bir yere ulaştığını, bu iki kavramın manasını bildiğini düşünmüyorum. Her iki konuda da malumatımız var ama bilgimiz yok. Hele bilgeliğimiz hiç yok. Malumat bildiğiniz üzere fikir sahibi olmak demek, ama bilgi sahibi olmak başka bilgiyi iç görü ile birleştirip mana yaratıp ona göre davranmak başka bir şey. Ne yazık ki bilginin bol, bilgeliğin en az olduğu dönemlere denk geldi hayatlarımız.

Mutluluk demişken çok boyutlu iyi oluş modellerinden biri olan Martin Seligman’ın PERMA diye kodladığı beş adımdan oluşan yaklaşım, belki bize biraz yol gösterici olur.

P (positive emotion): Kişinin hayatında ilk başta pozitif algıyla hareket etmesi

E (engagement): Kişinin mutlu olacağı işe angaje olması yani küçük şeylerden mutlu olma hali

R (relationships): İlişki kurmak, sosyal bağları güçlü tutmak

M (meaning): Anlamlılık, her işe anlam katmak

A (accomplishment): Başarının tadını almak, küçük başarılardan haz almayı başarabilmek

Sanırım bizler bunların en fazla bir ya da birkaçını felsefe ve yaşam biçimi olarak benimsemeyi başarabildiğimiz için mutluluğu da, hayatın tadını da, yaşamın anlamını da bulmakta sorunlar yaşıyoruz.

Bir yerde çok çarpıcı bir şey okumuştum; gece yarısı bir hırsız evinize girmiş ve boğazınıza sarılmış sizi öldürmeye teşebbüs ediyor.. Siz de yapma dercesine gözlerinin içine bakıyorsunuz. Size “seni öldürmemem için anlamlı bir neden söyle? Ne işe yararsın bu hayatta? “dese ne dersiniz? Cevap ”ailem üzülür, çocuklarım var” ve benzeri yanıtlar olmamalı elbette. Bu soruyu hepimizin kendisine sorması gerekir ve cevabını bulamıyorsak beyhude bir hayatın içindeyiz demektir.

Peki ya bir de içimizden özümüzün dışa vuruşu ne durumda? Yüz ifademiz sizce ne mesaj veriyor etrafa, hayata? Hatta aynada kendimize? Mutlu, mutsuz, kızgın, öfkeli, meraklı, yardıma hazır, muzır, güleç, sorgulayan, otoriter, durgun? Hangisi ile bakıyoruz hayata?

Karnı doyduğu halde huysuzlaşan ve en önemlisi arsızlaşan tek canlı insandır. Ölümü bilen ve idrak eden tek canlı da insandır. Peki ya ölümsüzlük olsaydı. Bilseydiniz ki hiç kimse ve siz de ölmeyeceksiniz. Daha mı çok çalışırdınız yoksa daha az mı?

Arzu eden bu soruları kendine sorabilir arzu eden okuyup geçebilir elbette. Yanıtlamasanız da bu soruların ara ara aklınıza geleceğine inanıyorum.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*