Mutsuzluk ile güven eğrisi

Yaşam şartları insanları her geçen gün daha da mutsuz ediyor? Kendiniz başta olmak üzere herkesin daha mutsuz ama daha çok umutsuz olduğunu gördüğünüze şüphe yok.

Hepimiz adeta bir perdenin ardından olan bitene hayretle bakıyor gibiyiz. Mutlu sınav sonucu haberini bekleyen çocuklar misali bir gün gelecek bitecek bu huzursuz haller der gibi umutlu ama manasız bir bekleyişte gibi herkes.

Hayatın ekonomik şartlarının ağırlığı, güvenmek karşılığında master derecesindeki acı tecrübelerimiz, devlete güvensizlik, polise güvensizlik, sınav sonuçlarına güvensizlik, adaletsizlikler karşısında seyircinin ötesine geçememe hallerimiz, çocuklarımıza baktıkça kendi çocukluğumuzun daha mutlu bir dünyada geçtiğinin bilme gerçeği ve herkesin ülkeyi terk etme telaşlarını izlemek bizi daha mutsuz etmek için kotasını çoktan aşmış nedenler. Daha onlarca sebep varken bunlar yetip artıyor bile.

Şöyle bir atasözü dizisi olan bir ülke olabilir mi? “Bu zamanda babana bile güvenme”, “Güvendiğim dağlara kar yağdı.”,” İyilikten maraz doğar.” “Açma sırını dostuna dostunun da dostu vardır söyler dostuna”, “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” ve daha onlarcası.

Demek ki güvenle ilgili atalarımızdan gelen insanoğlunun yüzyıllardır süren bir sancısı hep varmış. Dünyanın haline bakılırsa hep de var olacak.

İnsanın, güvenle olan sınavı başarısızlıkla bitince daha temkinli, daha mesafeli ve daha az iyi niyetli olmaya başlıyor. Asıl üzücü olan ise, sınırlandırılmış çerçevelenmiş veya mesafeli durumlarda kazancı daha insanın kazancının daha yüksek olmasıdır. Karşılıksız sevgi, ne yaparsan yap sana güvenmeye devam eden tek canlı annendir. Ve ne yazık ki bu tek gerçektir. Ancak bir o kadar da ne yüce ne büyük servettir insan için.

Konumuza devam edersek, biz güvenle motivasyonu, inanmakla teslim olmayı karıştıran ve sınırları sonuna kadar zorlayan bir canlı türüyüz.

İnsanoğlunun çok iyi kalpli olmadığını düşünmeden edemiyor insan. İnsanın insana yaptığını başka hiçbir canlı başka canlıya yapmamıştır.” Ancak, bir köpek yemek aldığı eli asla ısırmaz” deyimini duymuşsunuzdur. Ne ağır bir laf değil mi? Okuyunca bile insanın kendisini kötü hissettiği ama hak verircesine de başını sallamadan edemediği doğru bir söz.

Mutsuzlukların çoğunun kaynağı güven kaybına dayansa da herkes bu duygusal kaostan çıkmak ve her şeyin değişmesi normalleşmesi dengeyi bulması yönünde gerekiyorsa da bedel ödemeye bile razı olduğu zamanlardan geçiyoruz

“Mutluymuşuz da haberim yokmuş “dedi geçenlerde bir dostum. İnsanın en çok canını acıtan itiraflardan biri olsa gerek.

Mutluluk dediğimiz şey hep bir kıyaslama sonucu normlara göre biçilmiş bir duygu değil midir çoğu zaman? Ya da hep bir hedef tahtasına konan gelecekle ilişkilendirilmiş bir duygu değil midir?

Mutluluk, “Evimi de alırsam daha mutlu olacağım, çocuğum olursa tam mutlu olacağım, filanca arabayı alınca mutluluğuma diyecek yok, bir terfi edersem deme keyfime” diye şartlı kabul edilen, hep bir hedef, hep bir standart üstüne çıkma hallerinde elde edilecek ulaşılmaz bir duygu değil mi? Bunu da biz öyle konumlandırmış olmuyor muyuz? hep öteye hep uzağa hep bir kurala bağlayarak kendimizden biz uzak tutmuyor muyuz?

Mutluluk yolculuğun sonucunda ya da duraklarında elde edilecek bir duygu mudur, yoksa yolculuğun ta kendisi midir?

Sözün kısası şu ki; mutsuzluğumuzu güvensizliğimizi ve diğer bunlara sebep olan bazı faktörleri değiştiremeyiz belki ama duygumuzu değiştirme özgürlüğü bizim elimizde. Özgürlük de her istediğini yapabilme değil istemediğin hiçbir şeyi yapma zorunluluğun olmamasıdır. Sen istemezsen sen izin vermezsen kimse senin duygu dünyanı kolay kolay değiştiremez. Çok büyük yıkımlar çok büyük sarsıntılar hariç elbette.

Bakış açın değişirse dünyan değişir. Ezberi bozmak zor biliyorum ama sence denemeye değmez mi?

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*