2025 her kesimin beklentilerini karşılamayan bir yıl oldu. Neden sonuç ilişkisine bakmak yeterince aydınlatıcı oluyor. Koca bir yılı maalesef faiz ve enflasyon sarmalında geçirmek zorunda kaldık. Şirketlerimizin büyük bir bölümü bu yılı kazasız belasız geçirmek için çalıştı demek mümkündür. Hemen her sektörde belirgin sorunların oluştuğunu görmekteyiz. Karlılık oranlarındaki düşüş, artan yüksek maliyetli kısa vadeli borç stoku ile birlikte kapanan işletme sayısındaki artış ve sürdürülemez hale gelen iflas erteleme talepleri ekonomik iklimde moralite sorununa sebebiyet veriyor. Yapılan bir araştırmaya göre; Ekim ayı kamuoyu araştırmasında katılımcılara, “Son 6 ay içinde harcamalarınızdan kısmak zorunda kaldınız mı?” sorusu yöneltildi. Ekim ayı raporuna göre; katılımcıların yüzde 18.1’i harcamalarını azaltma gereği duymadıklarını, yüzde 81.9’u ise son altı ayda harcamalarını azaltmak zorunda kaldığını beyan etti. Bu durum bir yandan enflasyon üzerinde pozitif etkiye sahip olurken diğer yandan işletmelerimizi başka bir dar boğazın içine sürüklüyor; Ciro kaybı, karsızlık ve kısa vadeli borç yüküyle boğuşan işletmelerimiz için çok rahatsız edici görüntüye sebebiyet veriyor. Enflasyonist ortama uyum sağlamak kadar zor ve bir o kadar dengesizlik yaratan bir anlayış olamaz. Geliri enflasyon kadar artmayan hane halkı için hayat pahalı, enflasyon üzerinde artan hane halkı için ucuzdur. Genel ortamımız hane halkının enflasyonun yıkıcı etkisi altında iyiden iyiye yorulduğu gösteriyor. Evlenme yaşında artış, istenilen oranda yükselmeyen nüfus ve tüketim alışkanlıklarındaki daralma son üç yılda etkisini arttırmış durumda. Dengeye gelmenin kolay olmayacağı açıktır ancak incelediğim tüm raporlara göre enflasyonda yavaş düşüş devam edecek. Daha iyi bir görünüm için 2027 yılını işaret etmekte bir sakınca görmüyorum.
Diğer yandan özellikle beyaz eşya sektöründe üç yıldır süregelen ihracat gerilemesi, artan girdi maliyetleri ve Uzak Doğulu üreticilerin yurtdışı pazarlarda elde ettiği kazanımların, sektör üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu düşünüyorum. Rekabet gücünü zayıflatan başlıca unsurlar arasında hammaddeye erişimde yaşanan sıkıntılar, yükselen üretim maliyetleri ve ticaret politikalarındaki belirsizlikler öne çıkıyor. 2025 yılının üçüncü çeyreğinde perakende sektöründe ise hem talep hem de maliyet tarafında baskıların belirginleştiğini söylemek mümkün. Artan kiralar ve sınırlı arz, özellikle orta ve alt segmentte faaliyet gösteren markaların büyüme planlarını sınırlamış; birçok marka yeni mağaza açmak yerine mevcut mağazalarını korumayı tercih etmiştir. TÜİK verilerine göre takvim etkilerinden arındırılmış perakende satış hacmi %12,2 artarak son aylardaki en düşük büyüme oranını kaydetmiştir.
2026 yılından beklentileri değerlendirmek gerekirse; Türkiye ekonomisinde dezenflasyon süreci yavaş ama istikrarlı biçimde ilerliyor. Ekim ayı enflasyonu beklentilerle uyumlu gelirken, gıda fiyatlarındaki artış ve hizmet sektöründeki yüksek fiyatlar dikkat çekiyor. 2026 yılında da en önemli riskin krediye erişim, finansman maliyetleri ve zayıf talep olacağı değerlendiriliyor. Yüksek faiz ortamı, özellikle iç pazara dönük firmalar için krediye erişimi ve yatırım iştahını sınırlamaya devam edebilir. Buna ek olarak, Avrupa ekonomisindeki yavaşlama, ihracat odaklı sanayi şirketleri açısından dış talep riskini de gündeme getiriyor.
Özetle, Türk ekonomisi dezenflasyon sürecinde elbette zorluklar yaşayacak ve denge arayışları devam edecektir. 2026’nın önceki yıla göre sınırlı iyileşme yılı olacağını düşünüyorum. Ülke ekonomisi büyümeye devam edecek, zorluklar yaşanacak evet ama ‘’güven kontrole mani değildir’’ anlayışıyla her bakımdan sevk ve idarede sıkılaşma yılı olacağını düşünüyorum.

İlk yorum yapan olun