AQUAMAN

DC dünyasının genelde en az ciddiye alınan, aslında neredeyse Superman kadar güçlü olduğu halde (en azından çizgi romanlarda) özellikle 70 lerdeki çizgi filmlerden bu yana alay konusu olan kahramanı Aquaman solo filmiyle beyazperdede. Bu film DCEU’nun (DC Genişletilmiş Evreni) 6. Filmi.

Yeteneği kasları ile doğru orantılı olamayan Jason Momoa, daha önce rakip firma MARVEL’in çok başarısız bir CONAN uyarlamasında oynamıştı. O filmin kötülüğünden dolayı bir seriye dönüşememesi sadece Momoa’nın üzerine yıkılamazdı. O yüzden kariyeri başlamadan bitmedi. Momoa, Justice League filmi ile beraber DC evrenine AQUAMAN olarak sağlam bir giriş yaptı..Aquaman, en azından hemen her filmi birbirinden kötü DCEU filmleri arasından Wonder Woman ile beraber seyredilebilir sınıfına giren 2. Film. Şu ana kadar rakip firma MARVEL karşısında gişede ve daha çok beğeni yönünde çok gerilerde kalan DC’nin son çabası kısmen de olsa işe yaramış gözüküyor.

Aslında Aquaman orijinal bir kahraman değil. Çizgi roman tarihi boyunca genelde Marvel, DC’nin kahramanlarını intihal yoluyla kendine geçirmişken; Aquaman (1941), Marvel’in (o zamanlar Timely Comics) ilk süper kahramanı olan Namor’dan esinlenmişti (!). Tıpkı Namor gibi Yeryüzü insanı bir baba ile Atlantis’li bir Prenses’ten doğmuştu.

Atlantis, efsaneleri ile Antik Çağ’lardan beri herkesin ilgisini çekmiş bir mittir. Ulu Önder Atatürk’ün bile Atlantis’in az bilinen kuzeni Kayıp Kıta Mu söylenceleri ile ilgili şahsi araştırmaları olmuştur. Bilimsel olarak imkansız olsa da, deniz dibinde yaşayan bizden ileri bir halk ilginç kurgusal açılımlara yol açar. En azından doğru olsaydı yeryüzünün kargaşasından kaçıp, oraya göçmek isteyecek çok insan çıkacağına eminim.

Filmimizin ve kahramanımızın hikayesi, bir Fener bekçisi olan Tom Curry’nin zorla kral ile evlendirilmek istediği için (Yeşilçam’a selam) sualtı dünyasından savaşarak kaçan Atlantis’li prenses Atlanna’nın gelişen aşkı sonucu dünyaya getirdikleri geleceğin kahramanı Aquaman’in (Arthur Curry) anlatısıdır.

Arthur’un ismi bile kutsal kılıcı bulan düşsel kahraman Kral Arthur’a bir atıftır. Aquaman/Arthur da Atlantis’in kurucu kadim kralının kutsal trident (üç dişli) zıpkınını bulur filmde ihtiyacı olduğunda. Bunu, ilerideki eşi Atlantis ülkelerinden birinin prenseslerinden olan Mera’nın yardımıyla yapar (zıpkın afişte görüldüğü için spoiler değil).

Zaten bu da aslında Roma mitolojisinde Neptün, Yunan mitolojisinde Poseidon olarak bilinen denizler tanrısının zıpkınıdır. Babaları olan eski tanrılar titanların başı Satürn’ü deviren 3 kardeş tanrı dünyayı yönetmek için kura çekerler. Jüpiter (Zeus), yeryüzünün tanrısı olarak baş tanrı olur. Neptün (Poseidon) denizler; Plüton (Hades) da yeraltı (ölüler) tanrısı olur.

Aquaman filmi, Marvel’in esprinin dozunu ve kalitesini çok iyi ayarlayarak büyük bir başarı yakaladığı yeni çizgisine öykünüyor. Ancak, ne espri zamanlaması ne de kaliteleri o kadar iyi değil. Koca Willem Dafoe bile son derece sıradan bir rolle harcanmış. Filmin güzellik unsurunu Mera rolünde Amber Heard ve hatta Nicole Kidman üstlenirken, deniz dibi görüntüleri de filme bir o kadar güzellik katıyor.

Normalde korku filmlerinin usta yönetmeni olan James Wan bu ustalığını sadece H.P.Lovecraftvari yaratıkların ülkesi Trench’de gösteriyor. Onun dışında aydınlık, bol renkli, cafcaflı tam bir patlamış mısır filmi olmuş. Tabii Marvel filmleri kadar başarılı değil bu konuda. Halbuki DC’nin çizgi romanda çok sağlam grafik romanları vardır ama Christopher Nolan’ın Batman’leri dışında bunu hiç yansıtmadılar beyazperdeye.

SinemAdem iyi seyirler diler.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*